25 Temmuz 2009 Cumartesi

Aranızda trüf sevmeyen var mığğğ??

Bugünkü planlarımdan biri de canım arkadaşım Volkan'a trüf ile süpriz yapmaktı. Bu gece macera dolu Amerika yollarına düşeceği için güzel bir jest olucağını düşündüm:)

Önce size trüfle tanışmamı anlatayım. Özel bir günde aradığım ilginç hediye fikirlerinden en güzeli yurt arkadaşım Özge'den çıktı. Gittiği bir günlük çikolata kursundan öğrendiği tarif sonucu ortaya çıkan çikolatanın fotoğrafını gösterdiği an kendimden geçtim zaten. Yapılışı da o kadar pratikki ilk yapışımla beraber bir daha yapmayı bırakmadım. Hayranları da her yapışımda baya bi çoğalmaya başladı. İşte bu yüzden bugün düşünmem gereken kişiler arasında yalnızca Volkan yoktu. Açıkçası ben de işin kolayına kaçıp biraz daha küçük parçalar halinde yaptımki facebook listemi doyuracak kadar çıktı. (tabi liste 10 kişi olsaydı:P) Ayh neyse sizi sıkmak yerine hemen, heyecanla beklenen tarife geçiyorum.


TRUF

Malzemeler:
- 1 kutu süt kreması(200 ml)
-400gr bitter çikolata,

Süsleme:
-Pasta şekeri
-Hindistan cevizi
-Kakao
-Çekilmiş fındık/fıstık
Yapılışı ise şu şekilde: Alınan bitter çikolatalar küçük parçalar halinde kıyılır. Bir tencerede krema 2-3 dk kaynatılır. Ardından kaynamış kremaya kıyılmış çikolata eklenerek iyice karıştırılır. Krema ve çikolata homojen bir şekilde karıştığında biraz soğuması beklenir ve ardından buzdolabında sebzelikte 1 gün bekletilir. Daha sonra isterseniz eldivenle isterseniz çıplak elle tenceredeki oluşan çikolata hamuru yuvarlanır ve ayrı ayrı kaselere dökülen süsleme malzemelerine keyfi olarak bulanır. Aslında süsleme tamamen size kalmış durumda. Örneğin fındığı bütün olarak içine koyabilirsiniz ya da şu anda aklıme geldi çekilmiş kuru kayısıyla bile süslenebilir:) Bu arada yuvarlama işlemini yaparken ortamın olabildiğince serin olmasına dikkat edin. Yoksa yuvarladığınızı sandığınız her parça eriyerek parmaklarınızın arasından tencereye geri dönüyor. O yüzden bugün yaparken biraz zorlandım. Artık erimiş olan kısmına da kirazları batırarak birazcık hindistan cevizine batırıp bir tabağa dizdim ve buzdolabına koydum. Walla ne yalan söyliim süper oldu! Ödül günüm geldiği gün, o kirazların da, yaptığım trüflerin de hayatı da sona erecek ahahahaha!!! Ödül günüm dediğim de şu anda diyetteyim haftada bir gün kendimden geçme iznim var:) Neyse bu yazı bu kadar yeter yeav gerisi yarın haydi herkes evineeee. İyi geceleerrr...




Mr. Pepino ve kudret narları

Bugün annemle cmt. pazarına gittim. Kıyafet pazarı olmadıkça beni sıkar bu pazarlar ama bugün Mr.pepino ile tanışmam günümü ilginçleştirdi. Muz ve kavun karışımı bir tatla beni karşılarken arkadaşları tupturuncu poturuk kudret narlarından gözlerimi alamadım. "Mide için 1e1 abla gell!" diye amcanın bağırmasıyla kendime geldiğimde yüzümü buruşturdum. İçimden kim bilir nasıl bir tadı vardır derken narın çekirdeklerinden birini ağzımda buldum. Annem ağzıma tıkıştırdığı çekirdeklerin arkasından bana bıyık altı gülerek bakıyordu. Kudret beyciğim sorarım sana, acuk daha datlu olaydın olmaz mıydı??

24 Temmuz 2009 Cuma

It's my birthday can I ask you something? Kiss me...

Dikkat bu yazı spoiler içerebilir!!( Tam olarak neleri yazacağım hakkında bi planım yok sori:)

Edward'ın karşısında yavaş yavaş yaşlanarak ölmek gerçeğiyle yüzleşen Bella'nın 19. yaş günü partisinden önce Edward'a sarf ettiği sözler bunlar. Sonsuza kadar birlikte olmak istediği sevgilisi ise ricasını geri çevirmez ve dudaklarına güzel bir öpücük kondurur. Ama Edward, onu sürüklediği tehlikelere son vermek ister bir anda ortadan kaybolur falan filan DÜŞÜNCESİZZZ!!!! Erkek değil mi ha vampir ha kızılderili hep aynı! Korumacı kişilikleriyle aramızda dolaşan erkekler, bu huylarının nelere mal olacağının farkında olmasalar gerek ya da sonuçlarını çoktan göze almış olmalılar. Yoksa arkalarında bıraktıkları enkazdan haberleri olmuyor mu?? New Moon sayesinde kafamda dolaşan bu isyanları size yansıtmadan duramadım. İsyanlarım ve tabii ki farklı yorumlarım var...

Hazır konuya bombalama atlamışken hemen düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Stephenie bacım bu kitapta ne yapmış etmiş yalnızca insani ve ergeni özellikleriyle vampirlerin aksine kırılganlıktan ve güçsüzlükten de öte olan Bella'nın Edward'ı bir tehlikeden kurtarmasını sağlamış helal ossun! Ekşın dolu kitapta canımız cicimiz Jacob ise hızla boy atar ve bir bakıyorsun bir kurt adama dönüşür. Tabi filmlerin vazgeçilmez klişesi "aşk üçgeni" bu sefer New Moon kurgusunda bir kurt adam, bir insan ve bir vampir arasında patlak veriyor. Her neyse hemen filminin de 20 Kasım'da vizyona gireceğini söyleyerek konuyu kapatmak istiyorum.

Bu arada devam eden stajımdan hiç bahsetmediğimi fark ettim. Bu yaz mucizevi bir şekilde Tez Tour isimli turizm şirketinde karın tokluğuna(her zamanki gibi) staj imkanı yakaladım. ( Bu arada bu şirketin sahibinin Ukrayna Konsolosu olduğunu öğrenmemle şirketin neden Ukrayna Fahri Konsolosluğu'nda anlamış oldum.) Hem de Antalya'da! Süper değil mi?? Hatta Reklam ve Halkla İlişkiler departmanında sevgili Devrim Pınar'ın liderliğinde süren stajım hakkında söyleyebileceğim tek bir şey var: ÇOK SIKICI AAAAA!! Huh:) Çığlık efektimle beraber hemen bir açıklama yapmalıyım tabi. 3.günle beraber bana verilen masaüstü bilgisayar ile tek başıma bir odada resmen staja başladım. Bununla beraber Devrim Bey, Club Saphire Tekirova otelinin internet sitesini baz alarak HTML'e yoğunlaşmamı tavsiye etti. Önceleri her şey eğlenceliydi. Renkler, arka plan resimleri derken safir mafir değil kendime site tasarlamaya başlamıştım. Hatta rahmetli Micheal için bir anma kısmı bile eklemiştim. Fakat 2. haftadan Html kitabının sonlarına gelince buna bir de Devrimciğimin yoğun oluşuyla beni unutması ile tüm büyü bozuldu:( Her şey sıkıcı gelmeye başlamıştı. Alacakaranlık serisine yoğunlaşmamla ertesi günlerde Html kodları gözüme vampir dişleri gibi görünmeye başlamıştı. Neyse sonuç olarak yaptığım siteden de sıkıldım, odamın rahatlığından da! Ayol sohbet edicek bir adam yok. Hatta arada yanlışlıkla odamın kapısını çalan ruslar dışında odama kimse uğramıyor. Onlar da ne Türkçe ne İngilizce biliyorlar zaten. Odama dalıp ellerindeki kağıdı yüzüme yüzüme sallayarak "Datturuşka murska tarşka marşka laşka maşka!!" dedikçe kendimden geçiyorum. Oyşş tıhandım ha:D Ha bir de işte bu gelen turistleri odasına yönlendirmemi söyleyen adam uğramıştı bir seferinde sağolsun.. Artık kapıda sarı bir şey belirdiğinde kafamı bile kaldırmadan "Prema!(yan oda)" diyiveriyorum ve odam tekrar karanlığa bürünüyor. Hahaha bundan daha dramatik yapamazdım heralde. Amaan porb iyiki tek başıma bir odadayım beni kontrol eden yok kendime blog açtım işte hıh!

Bugünü de geri de bırakırken bir çift sözüm var size:
--- It's Friday can I ask you something?? Just have fun...!!!!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Mustafa, bir adonis heykeli gibi kapı eşiğinde duruyordu...

Bahsettiğim şahıs yani benim kocaman bir türk kası ile bezenmiş sevgili kuzenim Mustafa'nın tek suçu, ben TwilightSaga serisine başladığım sıralarda Antalya'da bulunmasıydı:) Acaba Bella Forks'ta Edward değil de Mustafa ile karşılaşsa nasıl bir şey olurdu düşünmeden edemiyorum. Dar omuzları, göbeği, pürüzlü teni ve dolunay şeklindeki yüzüyle karşıkarşıya geldiği an kitabın yazarı sevgili Stephenie bile yazdığını bırakıp devlet memuru olmak için sınavlara falan girerdi heralde:P Bu kadar laf attıktan sonra canım Mustafa'nın kulakları çınlamıştır heralde. Haziran itibariyle gelip 1,5 ay kadar annem ve bana evimizin irkeki olarak eşlik ettiği için ona içtenlikle teşekkür ediyoruz hehe...

İşte bu kitaplar ile vampir kültürüme kültür katmış bulunurken evdekileri de etkilemeye başlamıştım. Birgün anneme kitabı anlatmamla beraber kadıncağız aynı günün gecesi rüyasında bir kan
emici görmüştü:)) Sanırım bu ilgi önce "Interview with the Vampire" ile başlayıp dedem ile iyice pekişmişti:) Eminim dede ve vampir kavramları kafanızı karıştırmıştır. Şöyle oluyor ki dedem ben veletken sanıırm korkmam gerektiğini düşünerek şöyle bir cümle kurmuştu:
-Yavrum bugün nolmuş biliyo musun?(endişeli bir yüz ifadesi ile)

-Nolmuş dede nolmuşş??

-Cumhuriyet Meydanında vampir görmüşler!!!

-aaaAAaaAAA helööylyleleleeeyyy
Bir vampirin, yerli yabacı turistlerin Atatürk Heykeli ile fotoraf çektirdiği Antalya'nın günlükgüneşlik meydanında ne işi vardı? O yaşta bu soruyu defalarca kendime sorduğumu hatırlarım:D
Zaten bundan sonrasında Buffy'di Blade'iydi Angel'ıydı Underworld'üydü Van Helsing'iydi derken the Twilight Saga geldi. Oysaki Anne Rice'ın Lestat'ını okumaya dayanamamış bırakmıştım. Ama gelgelelim bu seri beni aldı götürdü. Kitapların hepsi 10 günde bitmişti. Tabi bunun için burdan TezTour yetkililerine katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Kendimi Kundu 'da tek başıma bir odada bulduğumdan beri çok sıkılıyorum. Dolayısıyla kendime ilgi alanları yaratmakta geç kalmadım. Asıl konuya geri dönersek bu yazımda yalnızca Alacakaranlık tan bahsetmek istiyorum.

Catheri
ne Hardwicke yönetmenliğinde 2008 yılında filminin de yayınlanmasıyla büyük bir hayran kitlesine kavuşan hikaye, benim için de sırasıyla ilgi çekici ve hayalkırıklığını anlatıyor. Kitap, Stephenie Meyer'in hayal gücü ile sizi vampirlerin ve insanların yaşadığı yeni bir dünyaya çekiyor. Stephenie, bilindik vampir efsanelerinden farklı olarak vampirler hakkında farklı görüşlerini ortaya koymuş durumda. Örneğin görünüşleriyle ilgili farklılıklar. Buffy ile başlayan Loreal reklamlarında "önce" görüntüsüne koymaya değecek kadar kırışık dolu bir surat ortaya çıkıp kaybolmuyor:) Aksine avını daha da çekebilmek için avcı yani vampirler inanılmayacak kadar güzeller ve bir o kadar da güzel kokuyorlar. Bir başka farklılık da vampirlerin ölmesiyle ilgili. Stephenie'ye göre güneş ışığı onlar için ölümcül değil, yalnızca farklı olduklarını ortaya seren bir görüntüye neden oluyor. Güneş ışığında bir elmas gibi parlayan bedenleri güzelliklerine güzellik katarken bunu fark etmemek elde değil tabiiki! Dolayısıyla hikaye de Amerika'nın neredeyse hiç güneş almayan şehri Forks'ta geçiyor. Daha fazla ayrıntıya girmeden kitap hakkındaki yorumlarımı şu şekilde bitirmek istiyorum. Kitapta bu kadar ince işlenmiş ve ortaya konulan her fikri destekleyecek bir şekilde sürüklenen hikaye perdeye aktarılırken katledilmiş durumda. Film, Robert Pattinson'ın Edward Cullen'ı oynamasıyla en azından güzellik açısından biraz kitaba benzerken hikayenin ana hatları dışında hiçbir şeyi içermiyor. Bella karakterini canlandıran Kristen Stewart sette tuvalette uçakta kütüphanede her yerde sarıp içtiği esrarını çektikten sonra rol yaparken ağzı yüzü kayarak konuşması( ya da konuşamaması!) insanı izlerken sinir ediyor. Dahası film sanki yalnızca Edward'ın Bella'yı sırtına alarak ormanın tepesine koşmasından ibaretmiş gibi en önemli kısımlar atlanarak bu sahneye büyük bir ağırlık verilmiş durumda. Neyseki Forks, kitabı okurken tamamıyla hayal ettiğim gibi. Sonuç olarak ben filmi pek beğenmesem de film popüler kültürün en önemli unsuru haline geldi. Öyleki MTV Movie Awards yapabilse sırf filme daha fazla ödül verebilmek için yeni adaylık seçenekleri çıkaracak gibiydi. Ödüller verilirken Kristen'ın yalnızca ağzı yüzü değil eli kolu da tutmuyorduki ödül bir anda yere düşüverdi:) Ama işte o sırada Kristen'a gülen Robert tam gülen bir adonis heykeli gibi seyircilerin arasında oturuyordu... tıpkı twilight'ta defalarca anlatıldığı gibi...


Hoşçakalın...